09.03.2025
Röportaj: Merdan Çaba Geçer
Her şeyden önce fikir: Erdi Işık
Yaratıcı disiplinlerde çok yönlülük, günümüzün değişken kültürel ortamında her zamankinden daha büyük önem taşıyor. Senaristlikten oyun yazarlığına, drama koordinatörlüğünden yapımcılığa uzanan kariyeriyle Erdi Işık; farklı türler, biçimler ve anlatım dilleri arasında geçiş yapma yetisiyle dikkat çeken bir isim. Bağımsız sinemanın anlatı kodlarını da ana akım yapımların kitlesel etki gücünü de arkasına alabilen bir kariyer yolculuğuna sahip.
21. Akbank Kısa Film Festivali’nin Forum - Senaryo Yarışması jürileri arasında yer alan Erdi Işık’la sanatsal pratiklerinin arkasındaki düşünsel süreçleri, yaratıcılığını besleyen kaynakları ve kültür endüstrisindeki farklı üretim dinamiklerini nasıl dengelediğini konuştuk.
Senaristlik, oyun yazarlığı, yapımcılık, drama koordinatörlüğü gibi farklı alanlarda varlık göstermenin, mesleki yolculuğunuza ne gibi etkileri oldu? Stratejik, bilinçli bir tercih mi yoksa kariyerinizin akışı içerisinde kendiliğinden mi gelişti?
Hepsi birbirinden bağımsız alanlar gibi görünse de aslında birbirini tamamladığını, fayda sağladığını ve kendimi geliştirmeme fırsat tanıdığını söylemeliyim. Tiyatro, televizyon ve sinema alanlarında yaklaşık 9-10 senedir profesyonel olarak görev alıyorum. Bu her ne kadar yorucu olsa da keyifli bir süreç. Dönemsel olarak ağırlık verdiğim alan farklılık gösteriyor sadece. Örneğin 2024 yılı tamamen sinemaya ağırlık verdiğim bir yıldı, 2025 içerisinde ise yeniden tiyatroya dönmek gibi bir niyetim var. Başak burcu olarak planlarına sadık kalan biriyim ancak doğal akışa da olanak sağlıyorum.
Yazım sürecinizi, fikir aşamasından çekim ortamına uzanan tüm aşamalarda nasıl kurguluyorsunuz? Yaratıcı tükenmişlik veya kendini tekrar etme hissiyle karşılaştığınızda, nasıl bir zihinsel veya sanatsal “özbakım” uyguluyorsunuz?
Her şeyden önce “fikir” üzerine yoğunlaşıyorum. Ne anlatmak istiyorum? Derdim ne? Neyi tartışmak, ne üzerine düşünmek ve düşünmeye itmek istiyorum? Tüm bunları önce kendime, sonra da yazdığım esere soruyorum. O fikir kafamda tamamen oturmadan (yani giriş, gelişme, sonuca ulaşmadan) bilgisayar başına geçmiyorum. Demlenme zamanı dediğim bu süreç, 2-6 ay arasında değişiklik gösteriyor. Bazen daha da uzun sürebilir elbette. Sonrasında da tamamen kendimi izole edebileceğim bir yere gidip -örneğin son filmim Mukadderat’ı Letonya’da bir yazarlık kampında yazdım- orada ilk taslağı oluşturuyorum. Nihayetinde süreç kendiliğinden ilerliyor, revizyonlarla beraber son hâline geliyor.
20’li yaşlarım daha çok oyun yazarlığı yaparak geçti, şu an 34 yaşında bir yazar olarak esas motivasyon alanım sinema. Bu zamanla nereye evrilecek, göreceğiz. Tükenmişlik sendromu henüz yaşamadım, ileride yaşarsam da nasıl davranırım bilmiyorum ama beslenmek istediğim alanlara karşı ilgi duymaya devam edeceğim kesin.
Tiyatro kökenli olduğunuzun altını sık sık çiziyorsunuz. Oyun yazarlığı kariyerinizin ve hatta oyunculukla olan yakın ilişkinizin, diğer yaratıcı kimliklerinize nasıl yansımaları olduğunu düşünüyorsunuz?
18 yaşından bu yana tiyatroyla ilgileniyorum. Doktoramı da bunun üzerine yaptım, 25 yaşında ilk oyunumu yazdım. İlham aldığım yazarlar; Arthur Miller, Harold Pinter gibi hep oyun yazarları oldu. Yazdığım sinema filmlerinden iki tanesi (LCV, On Saniye) yine benim yazdığım oyunların film uyarlamasıydı. Hâliyle altını çizmesem bile beni takip eden insanlar da oyun yazarlığı kökenli olduğumu az çok tahmin edebilirler diye düşüyorum - ki ediyorlar.
Oyun yazarlığının, senarist kimliğime kattığı en önemli etkinin diyalog yazımı olduğunu düşünüyorum. Sinema görsele dayalı bir sanat olsa da diyalog ve mekân kullanımı gibi becerilerimin tamamen tiyatrodan geldiğini düşünüyorum. Bu arada tiyatronun yanı sıra Makine Mühendisliği eğitimi almış olmanın da oyun ya da senaryo matematiği konusunda bana inanılmaz fayda sağladığını söylemeliyim.
Hem bağımsız hem ana akım projelerde yer edinen bir isimsiniz. Bağımsız sinemanın estetik ve anlatı kodlarıyla, popüler yapımların geniş kitlelere seslenen endüstriyel dinamiklerini aynı yaratıcı portföyde buluşturmak zorlu bir uzlaşma mı? Zıt görülen bu iki üretim paradigmasına olan yaklaşımlarınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
Ben son filmimde bu kodları biraz değiştirdim aslında. Mukadderat hem bağımsız sinema dünyasında hem de ana akım sinema severlerin ilgisini çeken bir film oldu.
Benim için en önemlisi, “storytelling” dediğimiz hikâye anlatımı. Bu hikâyeyi, bağımsız ya da ana akım olarak anlatmak gibi bir düşünceyle yola çıkmıyorum. O proje kendi janrasını kendisi belirliyor. Net olarak söylemek istediğim, daha doğrusu yapmak istediğim şey ise herkese hitap eden filmler, oyunlar, diziler yapabilmek. Bunun mümkün olduğunu düşünenlerdenim. Dünyada bunun Alexander Payne, Martin McDonagh gibi sayısız örneği var.
Bu çok yönlülük hâli üzerinden devam edersek, bir senaristin sanatsal vizyonunu koruyabilmesi ve endüstriyel beklentileri karşılayabilmesi için nasıl bir bakış açısı benimsemesi gerektiğini söyleyebilirsiniz?
Çok okumalı, izlemeli, gözlem yapmalı, seyahat etmeli, toplumun her kesiminden insanla sohbet edebilmeli, araştırmalı, düşünmeli, dünyayı takip edebilmeli, çağa ayak uydurmalı… Kendini izole ederek başarılı olan isimler de muhakkak vardır ama ben onlardan değilim. Aksine kendimi besleyecek her alana, herkese açık olan bir yazarım.
21. Akbank Kısa Film Festivali’nde Forum - Senaryo Yarışması düzenlenecek ve siz de jüri üyeleri arasındasınız. Kısa film formuyla ilişkiniz nasıl? Toplam 534 başvuru arasından seçilen projeleri değerlendirirken nasıl bir yaklaşım gözeteceksiniz?
Kısa filmlerde oyuncu ve yapımcı olarak, daha çok üniversite yıllarında yer aldım. Akbank Kısa Film Festivali’ni de çok uzun yıllar takip ettim.
Mümkün olan en kısa sürede, en etkileyici, en net ve düşündürücü şekilde derdini anlatan kısa filmleri her zaman diğerlerinden bir adım önde görmüşümdür. Genel değerlendirmemin de bunun üzerine olacağını söyleyebilirim.